10 Ocak 2009 Cumartesi

Kadının Evrensel Gizemi

Uzun süredir gezegenimizde eril ve dişil enerjilerin kullanımı konusunda büyük sorunlar yaşanıyor. Her iki cinste evrensel tamamlayıcılık, Yin-Yang dengelerini unutmuş olduklarından kaotik sorunlar bitip tükenmek bilmiyor.
Alan Wattts bu konuda diyor ki: “Çağdaş kadının sorunu daha farklı. Kadının içinde güçlü bir erkeksi öğe vardır. Gerçek tehlike onu bastırmasında değil, onun tarafından ele geçirilmesinde yatıyor. Çünkü günümüzde cinsler arası iletişim kopukluğunun sonucu, tahmin edileceği gibi, erkeklerin giderek daha erkeksi, kadınların da giderek daha kadınsı olmaları değildir. İkisi de farklı yönlerde cinssiz olmaya doğru bir eğilim gösteriyor. Erkek, kadınlıktan gerçek anlamda yararlanmayınca, kadınlar da kendi öz yeteneklerini unutuyor; erkekleri dışlayarak birbirlerinin dostluğuna sığınıyorlar, bu; ancak yaşamını erkeklerle ve çocukları sayesinde sürdürenlerin başarabileceği bir şey. Sonuç; Kadınlar arasındaki erkeksi eğilimler (kabaca yanlış anlaşılan) feminizm, entelektüelliğe duyulan eğilim, iş alanında ve sıkı briç oyunlarında erkeklerle rekabet, golf, viski ve purolarla donatılmış kokteyl partileri zihniyeti. Böylece iki cins de sahte bir erkeksiliğe doğru sürükleniyor, doğrusu erkeklerdeki duygu kopukluğu aranacak tek suçludur aslında; duyguların olmaması da yalnızca kişinin kendi tanrı ve ilahlarının olmadığı anlamına gelir. Bilinçli akıl baskın çıkınca, tüm değerler kesin olarak “pratik” ve entelektüel hale gelir ve bu arada duygu sadece bir duyuma indirgenir. Bununla birlikte, pratik ve entelektüel kült, olmaya çalıştığı şey olsaydı, o denli kötü bir hale gelmeyecekti. Ama kadınlar bu yeni duyum içinde pratik olmaya çabaladıkları zaman, geçmişte erkeklerin ayaklarını yerden kesemeyen, onların evlerine ve çocuklarına karşı sorumluluklarının farkına vardıran, doğuştan gelme mantıklarını yitirirler.
Gerçekte, buna ‘bilinçaltındaki akıl dışı öğe’ adı verilir; oysa aslında çılgın olan akıl denilen şeyin ta kendisidir. Hatta aklın kendisinde değil, bilinçtedir; aklın ne olması gerektiğini gösteren zihinsel idea ’da, daha doğrusu duyguları ve fiziksel varlığın istemlerini dışlayan bir matematiksel işlemdedir. İşin tuhaf yanı, böylesi davranışlar hiçbir zaman istenilen sonucu vermiyor; hem artık gerçek kadınların bir şeyleri arayan ve evlerini ihmal eden kadınlardan çok daha zeki bir şekilde edebiyat, müzik, güzel sanatlar din ve öteki kültürel olaylardan konuşmaları da olağandışı bir şey değil.

DİŞİLİK ÖĞESİ
Uygarlığımız neredeyse dişilik öğesinin gölgesinde kalmaktan acı çekiyor gibidir, bunun öz-bilinçlilikle çakışması da bir rastlantı değil. Tüm geleneklerde yaşamın bilinemeyen, gizemli, karanlık yüzü daima dişidir. Onun en yüce simgesi sudur, çünkü su yaşamın başladığı yerde gizemli derinlerden çıkar, edilgenliği ve derinliği yüzünden her zaman dişilikle özdeşleştirilmiştir. Dolayısıyla Lao-Tzu’nun şu sözlerinin bizim için özel bir anlamı var.

Eril olanı tanıyan ama dişiliğe bağlı kalan kişi
Bütün dünyanın ona doğru aktığı bir kanal olacaktır.
En iyi asker cengaver olmayan,
En iyi savaşçı vahşice davranmayan,
En iyi fatih savaşa katılmayan,
En iyi işveren kendini işçilerin altında görendir;
İddialı olmamak erdemi denir buna;
Göklerin eşliğinde üstünlük kurmak denir buna.


Akıllı her kadın yoluna çıkan şeylerde iddialı olmama erdemini bilir, çünkü en yüce iyilik su gibidir. Tüm varlıklara iyiliği dokunur, tutkuya yer vermez. Ötekilerin aşağı gördüğü yerlerde kalır. O yüzden TAO’ya yakındır. Kesilince kişide iz bırakmaz çünkü daima üretkendir, kavradığımız anda elimizden kayıp gider. Onu ancak iki elimizi bir kase gibi bitiştirdiğimiz zaman tutabiliriz.
Görüldüğü gibi su, yaşamın bir avuç kabullenilişi, hiddet kılıcının simgedir. Aynı zamanda kase dişil bir simgedir, Lao-Tzu bu konuda şöyle der:

Çanaklarda biçimlenir kil,
Ve biz kili çanak gibi kullanırız.
Hiçbir şeyin varolmadığı boşluk olduğu için
Bir evin duvarlarında açılır kapı ve pencereler,
Boş uzamlardır, kullanabiliriz onları.

27 Farklı Kadın Varmış

İngiliz bilimadamları, kadınların 27 farklı türü olduğunu saptadı. Kadınları anlamak neden zor olduğunu şimdi anlıyoruz. İşte İngiliz Mirror gazetesinde yer alan habere göre kadın tipleri.

Süper kadın: Kariyerleri çok önemlidir. Her zaman stres altında olmalarına rağmen her işin altından başarıyla kalkarlar. Görünüşlerine çok önem verirler.

Entellektüel: Çantasında kitapla gezer. Her konuda bilgiye sahiptir.

Kıskanç: Sevgilisini ve hatta dostlarını herkesten kıskanır.

Diyet bağımlısı: Bütün yaşamı kalori ve diyet hesabı ile geçer. Kilo alıp almama dışında hiçbir şeyi önemsemez.

Dominant: Sürekli ''patron benim'' havası estirir. Ona gore bir kadın asla kendini ezdirmemelidir.

Tabiat ana: Ekmeğini bile kendi yapma çabasındadır.

Ayran gönüllü: Gömlek değiştirir gibi erkek arkadaş değiştirir. Hayatında uzun süreli dostluklara da kesinlikle yer yoktur.

Hayvansever: Zamanının büyük bölümünü kedi ve köpek gibi canlılara ayırır.

Komik: Süreklı espri yapar ya da yapmaya çalışır. Karsışındakini her zaman güldürür.

Bağımlı: İçki ve sigara tüketir. Sosyal ilişkileri çok zayıftır.

Kitap kurdu: Yeni çıkan her kitabı okuyan bu kadın tipi, her zaman güzelliğiyle de dikkat çeker.

Anaç: Ailesi ve çocukları her şeyden önde gelir.

Balık eti: Hafif toplu olmasına rağmen sürekli bedenini saran kıyafetler giyer.

Erkeksi: Kolay kolay hiçbir şeye kırılmaz. Hiçbir lafın altında kalmaz. Genelde futbol maçına gitmekten büyük zevk alır.

Yardımsever: Dostluk ilişkileri sağlam olan bu kadın tipi duygusal ve hassas yapısıyla da dikkat çeker.

Sportif: Spor salonundan çıkmaz. Her zaman kot ve spor ayakkabı ile boy gösterir.

Gösteriş meraklısı : Girdiği ortamda her söze karışırlar ve kıyafete para harcamaktan asla çekinmezler.

Asi: Topluma aykırılık onun için en büyük zevktir. Genellikle dövmeli olurlar.

Ev kadını: Çalışmak yerine evde otururlar. Genelde çok iyi yemek yaparlar.

Çevreci: Vejetaryan olan bu tip kadınlar için deniz ve orman sevgisi çok önemlidir.

Yeni anne: Bebeğinin gelişimini sürekli takip eder ve her yerde bebeğinden bahseder.

Komşu kızı: Eğlenceye düşkün olan bu tip kadınlar çok sempatiktir.

Temkinli: Hayatlarında riske asla yer yoktur. Her zaman kuralcıdırlar.

Afrodit: Fizikleri ile yürek hoplatan bu kadınların saçlarını asla dağınık göremezsiniz.

Çalışkan: Bütün hayatı işine odaklıdır.

Soğuk: Az gülen kadınlar, içe kapanıktır.

Mankencik: Yaz-kış bronz gezmeye çabalarlar. Son moda kıyafet giyerler

Kocamı da Ben mi Büyüteceğim?

Kocamı da ben mi büyüteceğim?
Ataerkil toplumdan yetişen erkek, kadının bir adım gerisinde duruyor. Çünkü iş hayatında egosunu ezen erkek, eve geldiğinde boynunu sevgi ve eşitlik karşısında bükmüyor bile. Günümüz kadım artık Albert Camus'nün dediği gibi bir adım ileride ya da geride değil yanında yürüyen erkek istiyor.
Hem kariyer, hem çocuk yapmak, arada bir de koca "büyütmek" reklamlardaki kadar kolay olmuyor tabii ki. Oysa annesinden "kocaya hizmet esastır" diye öğrenen kadın hep kendini ve ihtiyaçlarını bir adım geride tutuyor, varsa yoksa ailesi, çocuğu, kocası. Kendi işi mi? O da ne? Sanki vakit geçirmek için çalışıyor. Onun işi de iş değil, kazandığı para da kocanın kazandığının yanında "para" değil!

Oysa bazı kadınlar ev kadınlığı rolünü severek üstleniyorlar. Hatta bundan gurur duyuyorlar. Kocalarına hizmet etmek mutlu ediyor onları.

“Eşim mutlu değilse benim mutlu olmam mümkün değil”

İlişkilerin ana kuralı iki tarafın da mutlu olması, Tabii bu yazılı olmayan kurallar herkesin hayatında uygulanamıyor. Şanslı azınlık ise hem aşkı yaşıyor hem de "adam" gibi, "insan" gibi davranan bir partnerin keyfini sürüyor.

Bazı erkekler ev işinin kadınların görevi olduğunu düşünüyor ve hatta aşkın, sevginin lüks olduğunu. Neyse ki hepsi böyle değil, "paylaşmanın" önemini anlayan erkekler artık yeni nesil genç kızların gözdesi. Paylaşmak "sadece" evi, yemeği, yatağı, çocuğu paylaşmak değil, "tamamen" evi, yemeği, çocuğu ve yatağı paylaşmak... Sevmeye vakit bırakmak için, hal bırakmak için...

Kazaklığı göğüslerinde "madalya" gibi taşıyan erkekler, birbirlerini sürekli "pohpohlayarak" kılıbıklığı "acizlik" gibi görüyorlar. Oysa geçmişte kılıbıklık denen kavram, günümüzde aşkın insani boyutu.

Bir de erkeğin rolünü de üstlenen, kendi cinsiyetlerini çok derine gömmüş kadınlar var. Onlar belki artık "aşktan" da geçmişler, birazcık insanlık, birazcık eşitlik tüm istedikleri. Tabii erkeği yola getirmenin, getiremiyorsanız da kendinizi korumanın bin bir türlü yolu var. Unutmayın, erkekler sizin yapmadığınız her şeyi yapabilirler ama yaptığınız hiçbir şeyi yapmazlar.

"Bırak oğlum, ben yaparım”
Şimdilerde kocanız, sevgiliniz
olan erkekler, bir gün bir işin ucundan tutmak istemiştir. Annesi "Bırak oğlum, ben yaparım" demiştir. Kesin öyle demiştir. Bu durumda onu suçlayamayız değil mi? O bir erkek. "Annesinin" oğlu da, ataerkil geleneğin benim payıma düşen izdüşümü.

Düşünsenize ellerinde bir saltanat var, her gün televizyonda dönüp duran taşrada geçen eski Türk filmleriyle tekrar tekrar öğretilen bir saltanat. Bir tek üzüm yediren cariyeleri, bir de onları serinleten yelpazeleri yok. Televizyon kumandasını ve bizi kontrol etmekle yetiniyorlar, ne yapsınlar!

Aslında düşününce böyle bir saltanat olsa kimselere bırakmak istemez ki çoğu insan. Yemeğim yapılıyor, önüme geliyor. Bittikten sonra ne sofrada ne mutfakta hiçbir iz kalmıyor. Çocuğumun tüm bakımı üstlenilmiş durumda. Bana sadece onu sevmek kalıyor. Karımı seviyorum, o da beni seviyor. Benim derdim ne olabilir ki böyle bir düzeni ve rahatı bozmak için? Ben de karıma tüm sevgimle sadece gözümün ucundan bakmaya devam ederdim.

İş bu kadar kolay görünüyor ama karşı taraf bu düzenden hiç memnun değil. "Sırtımdaki yük belimi o kadar büküyor ki yalnızca yeri görebiliyorum. Karşıya bakmak, senin gördüklerini ben de görmek, seninle birlikte hayattan zevk almak istiyorum." Bir kadın bunu dediğinde erkek ne yapar merak ediyorum. Bir de "Seni çok seviyorum karıcığım" dediğinde bu sevginin ne anlama geldiğini...

Belki de kadınlar kendileri yapıp kendileri buluyor;
"Aman! Sen otur ben yaparım, sen mutfağı kirletiyorsun arkandan toplamak daha yorucu!" diyerek erkekleri yapacakları varsa da soğutuyoruz. Sonra da söylenip duruyoruz, "Yardım etmiyorsun her şeyi ben yapıyorum" diye.

Ekonomik özgürlüğün en büyük faydası zincirleri olmayan bir evlilik modeli yaratması. Kadınlar artık bilinçlendi ve eşlerini, sevgililerini sırtlarında bir aşk kamburu gibi taşımak istemiyorlar.

Aşk varsa her şey mübah devri de kapandı. Çünkü iki gönül bir olunca artık samanlık seyran olmuyor, samanlar kadının kalbine batıyor.

Aşk artık samanlıkta yaşamıyor!

Bir Kadını Ağlatmak

Bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında. Kadınlar her şeye ağlayabilir; bir filme, bir şarkıya, bir yazıya… En az erkekler kadar yani! Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir. Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak ki ağlatan, gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe!

Işte o zaman koca bir yumruk gelir oturur boğazına kadının. Yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canını çok acıtır. Gözleri buğulanır kadının sonra. Ağlamayacağım, der içinden. Ama engel olamaz işte.

Çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve iğneler saplamaktadır.. Bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki bir kadın. İnce ince süzülür yaşlar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yağmur seli… Ve kadın ağlar; hem de çok!

Sanmayın ki gidene ağlar kadın! Gidenin giderken koparttığı yerdir onu ağlatan, orada bıraktığı yaradır. O yaranın hiç kapanmayacağını, kapansa bile izinin kalacağını bilir kadın; o yüzden ağlar. Ama bilir misiniz, ağlamak kadınları olgunlaştırır. Her damla, daha çok kadın yapar kadınları. Her damla bir derstir çünkü. Bazen kadınlar ağladığında çoğu insan, ağlama niye ağlıyorsun ki, değmez onun için derler.

Bilmediklerindendir böyle demeleri. Çünkü yürekleri acıyan kadınlar ağlamazlarsa, ölürler. İçlerindeki zehirdir onları öldüren!

Ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar, o irini temizlerler yaralarındaki! Çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltihaba dönüşür yaraları. Dönüşmemesi lazımdır oysa. O yüzden de bolca ağlarlar. Zaman geçer sonra. Kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler. Umarım öğrenirler, yoksa ruhlar sapkın yollara çarpar kendini. Sapan ruhların doğru yolu bulması da yeni acılar demektir. Bunu bilir kadınlar, o yüzden eninde sonunda öğrenirler kendilerine sarılmayı…

Çok ağlayan kadınlar, bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında. Her damla olgunlaştırır kadınları evet ama olgunlaştıkça o safça inandıkları aşk gerçeği onların gözünde küçülür.. Küçüldükçe değerini yitirir ve işte o zaman kendilerine sarılıp, yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden. Güçlü, yenilmez, mağrur ve aşka inanmayan…

İnsanlar soruyorlar çoğu zaman neden bu kadar çok bekar kadın var diye; hepsi kariyer derdinde olan. Çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar. Zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki, o kadar çok ağladılar ki! Artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar, o yüzden kendilerine sarılıyorlar. Çünkü biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları hak etmedi; hem de hiçbir zaman! Hep bir çıkarları oldu sarıldıkları adamların. E o zaman niye sarılsınlar ki!

Niye sarılalım ki!

Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa bilin ki olgunlaşıyordur.

Bilin ki, gerçekleri kabul etmeye başlamıştır. Bilin ki, artık aşkın olmadığına inanmıştır.

Bilin ki, sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır.

O da kim, ne diye sormayın artık. Çok ağlayan kadınlar, eninde sonunda kendilerine sarılırlar çünkü!